31 Aralık 2018 Pazartesi

2018 ve birtakım sulu hatıralar




2018 yılı bir önceki yıl kadar yolculuğa çıkıp yeni şehirlerin sokaklarında yürüdüğüm bir yıl olmadı, başka telaşlarla geçti.
Ocağın sonunda turunç ve palmiye dolu sokaklarıyla Endülüs'te Sevilla, Cordoba ve Granada'yı gezdik.

Şubat sonunda; senenin en soğuk zamanında -10 derecelerde karlara saplanıp kaldığımız, soğuktan donduğumuz, muhteşem Tuna'nın içinden geçtiği Belgrad'a gittik.Şehri soğuktan iyi gezemesek de buranın bendeki yeri ayrı.
Bu sene İzmir-İstanbul arası epey gidip geldik. 

Haziranın sonunda yeni başlangıçlar için adım attık. Olaysız hiçbir işim olmaz:) Bir gece önce; gecenin üçünde su borusunun patlayıp evi su basması hiç unutamayacağımız, sonrasında çok güldüğüm ama o gün bizi epey yoran bir anımız olmasına sebep oldu:D Bütün yaz ev arama, sade ve devasa olmayan mobilya, eşya bulma ve türlü işlerle uğraşarak geçti. 
Eylül sonunda İzmir'de tropikal fırtınanın olacağı gün kuaförler de dahil pek çok yerin kapatıldığı çılgın bir yağmurlu günde evlenmeyi başarıp yine bol sulu anılara sahip olduk:) Fotoğrafsız ama mutluyuz.
Koşturmacalardan çıkınca ilk önce biraz dinlenmek, kafa dinlemek için Kaz Dağları'na gittik. Köylere, derelere, şelalelere bayıldık. 
Ah canım İtalya! Daha önce iki kez kuzeyini gördüğüm ülkenin güneyi ve ekim ayındaki havası beni mutluluktan uçurmaya yetti. Defalarca kez gitsem doymam. Trevi'ye attık bi bozukluk bakalım:)
Koşturmaca ve telaşla geçen, yepyeni tecrübelerle dolu bir yıl geride kalıyor.
Güzel hatıralarla dolu yıllarımız olsun, sağlık olsun.

yılın son filmleri










 Senenin son günlerinde Woody Allen'in en sevdiğim filmim dediği Kahire'nin Mor Gülü'nü,  sonuna kadar heyecan ve merakla Contratiempo'yu, Leonardo filmlerine  kafayı takıp Muhteşem Gatsby ve Sıkıysa Yakala'yı, Kaz Dağları özlemimizi gidermek için Hasan Boğuldu'yu, Afganistan'da insanların ne koşullarda yaşadığını bir kez daha görmemizi sağlayan Pervane'yi, hikayenin sonuna kadar akıllanmayıp beni üzen umut dolu Cabiria' izledik.
Geçen hafta içi daha önce Buluşma Yeri oyununu izlediğim Duşan Kovaçeviç'in Ocak'ta Bahar-Yeraltı oyununu izledik. Ertesi gün dayanamayıp oyunun 1995 yılında Emir Kusturica tarafından çekilen filmini de izledik. Yugoslavya’nın trajik ve acı dolu 50 yıllık bir yaşam sürecinin üç dönemini sergileyen oyun metninin genişletilmesiyle çekilen 2 saat 50 dakikalık filme göre epey yüzeysel kalsa da dekorunu ve uyarlamayı sevdim. Oyuna gidenlerin hikayenin başı ve sonunu görmeleri için filmi izlemesini tavsiye ederim.
Tatlı Kaçık'ta Ayşe Kökçü çok tatlıydı:)

18 Aralık 2018 Salı

hafta sonu

 Hafta sonu sabah erken kalkmaya üşenip yakınlardaki şehirlere gitme planımızı erteleyince soluğu yine Sultanahmet'te aldık.Daha önce hiç gitmediğim Abud Efendi Konağı'nı görme fırsatı da yakalamak için Ayça Sarc'ın küratörlüğünü üstlendiği Yorganlar Fora sergisini gezdik. Türkiye'nin dört bir yanındaki yorgan ustalarına diktirdiği altmışın üzerinde rengarenk, desenli yorganın Ayasofya manzaralı şahane bir konakta sergilenmesiyle serginin etkileyiciliği daha da artmış.

 Sultanahmet'te bir bankta oturup sıcak kestane alıp geleni geçeni izledik.


Geçen hafta müze kartımı yenileyince İstanbul'da  müze kartla girilen daha önce gitmediğim bütün müzeleri gezme kararı alınca  Türk ve İslam Eserleri Müzesi bir sonraki durağımız oldu. Avlusu ve manzarası muhteşem olan İbrahim Paşa Sarayı'na kurulan müzede İslam dünyasının farklı köşelerinden gelmiş olan el yazmaları, cam eşyalar, taş ve pişmiş toprak eserler, metal ve seramik objeler, el işi Türk halıları sergileniyor.
 Akşam Kadıköy Moda'da birkaç ay önce açılan Ororo Sushi Bar'da bir şeyler yiyebilmek için yarım saatten fazla kapıda beklememiz gerekse de leziz yemekler tüm beklentimizi karşıladı ve mekandan mutlu ayrıldık. Dekorasyonu ve geniş menüsüyle de herkesin kalbini çalacak minik tatlı bir mekan.
 Wake and Cake'te yemek sonrası Vanilla Mille Feuille ve sıcacık çay günün şahane sonlanmasına yetip arttı bile.
“Biraz akvaryumdaki balıklar gibi. Kendi suyumuzda, kendi balık ahbaplarımızla dönüp duruyorduk. Hadi balıktan biraz halliceydik. Muhakkak akvaryumun camının dışında bir şeyler olduğunun farkındaydık. Yine de fanusun dışında konuşulanlar hem cama vurup kırılıyor, hem de suyun içinde boğuklaşıyordu. Geriye sadece bir uğultu kalıyordu. Uğultu da verse verse rahatsızlık verir. Arif, işte, hepimizden farklıydı. Uğultu ona merak veriyordu. Bir defa neden bir akvaryumdaydık, neden suyun içinde yaşıyorduk ya da neden balıktık? Şimdi bu sualler sana hepten basit, hatta noksan ve kusurlu gelebilir. Kendi suyunda dönüp durmaya alışanlar için o vakitler bu sorularin akla düşmesi bile dehşetli bir işti." 

Yeni açan yapraklar
 Cuma, cumartesi ve pazar günü her gece birer film izledik. Diriliş'te Leo'cuğumun oyunculuğu hatrına abartılmış sahnelere katlanıp Pk'da gülmekten ölüp Zindan Adası'nda vay be dedik.
Yine bir hafta sonu zaman hızla geçip gitti.

10 Aralık 2018 Pazartesi

istanbul'un gizli güzellikleri, kumkapı-kadırga, büyük saray mozaikleri müzesi

Birkaç hafta sonunu evde işlerle geçirince bu pazar sabahı hiç gitmediğimiz yerlere gitmeliyiz diye erkenden düştük yollara. Sirkeci'den tramvaya atlayıp Çemberlitaş'ta inip aşağıya doğru yürümeye başladık; deniz tam karşımızda. Dükkanlar kapalı, hafta içinin curcunası yok. Her yerde Arapça, Rusça, Özbekçe, Urduca yazılar. İstikamet yıllardır merak etiğim Boris'in Yeri. Süt ürünlerinin  özellikle de kaymağın meşhur olduğu 1918'den beri faaliyet gösteren dükkandan maalesef memnun ayrılamıyoruz. Menemenin içinde gözlerim biberleri arıyor. Süt ürünleri haricinde fiyat lezzet oranını çok düşük bulduğumuz mekana yapılan övgüler bizce epey şişirilmiş.
Sokaklarda dolanmaya başlıyoruz. Yüksek duvarların arkasında eski yıkık taş evlerin arasında tüm güzelliğiyle 1895'te inşa edilmiş Panayia Elpida Kilisesi'ni görüyoruz.

Bir ön sokakta; meydanda meyhaneler ve balıkçıların bulunduğu yerde bambaşka hayatlar varken  bir arka sokakta her yerinde çanak antenlerin, ipte çamaşırların asılı olduğu cumbalı taş ve ahşap evlerde bambaşka hayatlar yaşanıyor. İstanbul'un hiçbir yerinde görmediğimiz  kadar farklı ülkeden göçmen ve mülteci görüyoruz sokaklarda. İster istemez kendimi güvensiz hissediyorum. Türkçe kelime duymanın zorlaştığı sokaklarda özellikle çok fazla Pakistanlı ve Afgan vatandaş var.


Meryem Ana Ermeni Kilisesi- Surp Asvadzadzin- Eskiden çok büyük bir Ermeni nüfusunun bulunduğu Kumkapı'da hala Ermeni Kilisesi ve okulu bulunuyor. Pek çok kez meydana gelen hasar, yangın ve yapılan tadilat sonrası  2010'da büyük bir tadilattan sonra ibadete açılmış.
Kilisede ibadet eden Etiyopyalı göçmenler.

Bezciyan Ermeni İlköğretim Okulu-Ermeni Patrikhanesinin tam karşısında yer alan okul 1719'dan beri eğitim öğretime devam ediyormuş.


Kumkapı Aya Kiryaki Rum Ortodoks Kilisesi- Kilise Zengin bir Romalı ailenin kızı Azize Kiriaki'ye ithaf edilmiş. Hristiyan olduğu için şehit edilmiş. Kilisenin mimarı Heybeli'deki Ruhban Okulunun da mimarıymış.




Kadırga tarafına doğru yürüyünce karşımıza İstanbul Fotoğraf Müzesi çıkıyor. Salıdan pazara 10'dan 6'ya kadar açık olan müzeye giriş tam 3, öğrenci 1 TL. Dönemsel sergilerin de yapıldığı 2011'de açılan Türkiye'nin ilk fotoğraf müzesinde fotoğraf makineleri, Türk fotoğraf sanatçılarının hayatlarının kısa bir açıklamasıyla çektikleri fotoğraflar ve fotoğraf tarihinin kısa bir kronolojisi sergileniyor.


Kadırga Parkı'ndan geçip renkli ahşap evlerin bulunduğu güzel sokaklarda dolanıyoruz. Sokakta karşıma çıkan kedileri mıncırıyorum.




Küçük Ayasofya Cami- İmparator Iustinianos ve İmparatoriçe Theodora döneminde 527 yılında kilise olarak inşa edilen Aziz Sergios ve Bakhos Kilisesi olarak da bilinen yapı 1453'te İstanbul'un fethinden sonra camiye dönüştürülmüş. Bahçesinde oturup çay içip kedileri sevmek için bile gidilir. Çok güzel bir atmosfere sahip olan cami ve bahçesi İstanbul'un gizli kalmış güzelliklerinden. 
Sultanahmet'e doğru yokuş yukarı yürüyor daha önce hiç gitmediğimiz Büyük Saray Mozaikleri Müzesi'ne giriyoruz.
Bizans döneminde Ayasofya ve Hipodrom'dan denize kadar olan dik yamaç üzerinde teraslandırılmış alanda 4. yy'da İmparator Konstantin zamanında inşa edilmeye başlanıp 11. yy'a kadar kullanılan Bizans Sarayları bulunmaktaymış. Günümüzde bu saraydan kalan en önemli kalıntılar bu müzede sergileniyor.

Müze Sultanahmet Meydanı'ndaki benim 10 yıldır İstanbul'da yaşamama rağmen ilk kez gittiğim Arasta Pazar'da yer alıyor.İlk olarak 1953'te açılan müze yıllarca süren restorasyonlar sonrası 1997 yılında son halini almış. Kalan mozaik parçalarında 150 insan ve hayvan figürü kullanılmış, genelde doğanın, günlük hayatın ve mitolojik hikayelerin anlatıldığı 90 farklı tema bulunmakta. Kışın 9-17 yazın 9-19 saatleri arasında her gün açık. Giriş 20TL. Müzekart ile ücretsiz. Buraya henüz gitmediyseniz mutlaka gitmelisiniz.






Sultanahmet'in karmaşasından geçip Gülhane'nin devasa ağaçlarının arasında kaybolup sararmış yapraklarla oynayıp Kurukahveci Mehmet Efendi'den taze çekilmiş mis gibi kokan Türk kahvemizi alıp vapura binip Kadıköy'e dönüyoruz. Bol yürüyüşlü ve yepyeni keşiflerle dolu Tarihi Yarımada turlarımızı ayrı bi seviyorum.