11 Ağustos 2011 Perşembe

beforesunset.


aylaklık günleri.kanlıca,moda,cihangir orası burası...






patricia piccinini' nin beyoğlu arter deki  beni bağrına bas  sergisi.farklı bir sergi, mutlaka gidip  görülmeli.
   

8 Ağustos 2011 Pazartesi

uzun bir yola çıksam.


iskender


insan ömrü kısaydı, bir kurtçuğunkinden farksız.ya da ipekböceğinkinden.ademoğulları,havvakızları tuhaf mahluklardı.kurtçuğa benzetsen alınır, ipekböceğine benzetilmekten keyif duyarlardı.böceklerden iğrenir ama parmaklarına uğurböceği konsa hayra alamet sayarlardı.sıçanlardan tiksinir, sincaplara bayılırlardı.akbaba itici, kartalları heybetli bulurlardı.sinekleri hor görür, ateşböceklerine bayılırlardı.bakır ve demire ehemmiyet vermez, altına taparlardı.ayaklarının altındaki taşlara dönüp bakmazken mücevherler için delirirlerdi.-248

bulgaristanda herkesin elena diye tanıdığı bir kızken en sevdiği oyunlardan biri siyah bir kadifenin üstünde kar taneleri yakalamaktı.her seferinde koşarak eve gelirdi hazinesini annesine göstermek için ama kumaşı açtığında kar taneleri gitmiş geriye yalnızca ıslak izleri kalmış olurdu.büyüdükçe ve peşinden koştuğu her emeli elinden kaçırdıkça bütün güzel şeylerin geçici olduğuna karar verdi.-399

hırsızlık,taklitçilik, reklam yapmak... liste uzar gider. elif şafak son haftalarda yine milyon çeşit eleştiriyle boğuşuyor.ben çok iyi bir elif şafak okuyucusu değilim.hatta tasavvufa pek ilgim olmadığı için; okur da sıkılırım diye o çok beğenilen mahrem, araf gibi kitaplarına hiç el sürmedim.kışın baba ve piçi okuduktan sonra geçtiğimiz haftalarda çıkan kitabı ilgimi çekti; aldım, okudum. hiç sıkılmadan , sonunu merak ederek.insanlar neden sürekli hayatlarının kitabını yazmasını  filan  bekliyorlar popülerleşmiş, iki güzel kitap yazmış yazarlardan anlamıyorum.bir yazarın grafiğinin hep yukarı doğru olması gerek diye bir kaide mi var.siyasi görüşünü filan umursamadan hiç kimseyi, hiç bir şeyi mi okuyamıyor artık bu insanlar diye okuyorum eleştirileri.bence yaz için okunabilecek iyi bir kitap.hatta güzel bir filmi bile yapılır.zaten son dönemde klişesiz, muhteşem tesadüflere dayanmayan kitap yazılmaz oldu.biz de her şeye klişe der olduk ya neyse.esinlenildiği söylenen inci gibi dişler kitabını okumadım.ancak ben hala bu kadar eleştirel yaklaşamıyorum.Evet belki de bu kadar reklam yapılmalı. gazetecilik ve yazarlık yaparak kazandığından daha fazlasını kazanmak istiyor ve çok daha popüler olmak istiyor olabilir.kariyeri açısından bunun getiri ve götürüsünü kendisi zaten tartıp biçmiştir.
ve evet haftalarca, hatta aylarca sürecek olan eleştiriler, savunmalar döngüsüne hoşgeldik.
bugünkü elif şafak yazısı:
http://www.haberturk.com/polemik/haber/656264-turkiyede-yazar-olmak
^-^

tatlı düşkünü







 üşengeç olmak çok fena.sadece bakmakla yetinmek.

5 Ağustos 2011 Cuma



seyahat etmek güzel şey. en güzel şey. 

4 Ağustos 2011 Perşembe

Sevgili Simone
Senden sonra artık kırmızı kırmızı değil. Gökyüzünün mavisi de mavi değil. Ağaçlar artık yeşil değil. Senden sonra biz olma özleminin renklerini aramalıyım. Senden sonra bizleri utangaç ve kaçak kılan acıyı bile özlüyorum. Bekleyişleri, vazgeçişleri, şifreli mesajları özlüyorum. Görmek istemeyenlerin kör dünyasında kaçamak bakışmalarımızı....
Bizleri görselerdi onların utanç, nefret ve acımasızlığı olurduk.Senden af dileme cesaretini henüz gösteremediğim pişmanlık duyuyorum. O yüzden artık pencerene bile bakamıyorum.Seni hep orda görürdüm henüz adını bile bilmezken. Senin daha iyi bir dünya düşlediğin zamanlar, bir ağacın ağaç, mavinin gökyüzü olmasının yasaklanamayacağı bir dünya..Bilmem bu daha iyi bir dünya mı? Artık kimse bana Davide demiyor. Bay Veroli diyorlar. Bunun daha iyi bir dünya olduğunu nasıl söyleyebilirim. Senin olmadığın bir dünya için bunu nasıl söylerim .......
-la finestra di fronte


 güzel filmin güzel müziği- beş senelik emektar telefon melodim^-^

me i wanted, i wanted the right time

2 Ağustos 2011 Salı

elif

insan onca yol teptikten anlamadığı dillere kulak verdikten değerini kestiremediği paraları harcadıktan , ömründe hiç geçmediği sokaklarda yürüdükten sonra eski Ben'in ve bütün bildiklerinin bu yeni imtihanları kesinlikle geçemeyeceğini görüyor.bilinçaltının derinliklerinde dünyaya ve yeni tecrübelere açık, çok daha renkli, maceraperest, birinin gömülü olduğunu ancak o zaman anlamaya başlıyor.22

japonyada zen-budist rahiplerden Takuhatsu öğretisini yani dilenerek yapılan kutsal yolculuğu öğrenmiştim.bu adetin bağışlarla ayakta duran manastıra destek olmak müritlere tevazuu öğretmek gibi faydalardan başka bir anlamı vardır:müritlerin geçtiği şehirler arınmış sayılır, çünkü parayı veren , dilenen ve sadakanın kendisi aynı büyük denge zincirinin birer halkasıdır.91


coelhonun bu okuduğum dördüncü kitabı .ama artık onun klasikleşen  kendini tanımak isteyen bir yerlerden bir yerlere gidip,iç huzuru, ruhani arayış içindeki roman karakterlerinden ya ben sıkıldım ya da bu kitabını pek sevemedim.coelho her ne kadar kitapta geçen olayların yüzde doksan  gerçek olduğunu söylese de ; bana pek inandırıcı gelemedi
http://paulocoelhoblog.com/2010/12/01/el-perdon-o-aleph/ adresinde 'hilal'in fotoğrafını da koymuş olsa da  bence kitapta anlatılan olaylar ve tabi ki reenkarnasyon  mevzusu her zaman büyük bir muamma olarak kalacak.
bu arada transsibirya benimde hep  istediğim bir şeydi.biraz gözüm korkmadı değil kitaptan sonra.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

bu aralar.

   işte reklam diye buna derim!



7 tepe istanbul.



                                                                                 ^-^beyoğlu beyoğlu^-^



 bu sahneyi gördüm ya artık ölsem de gam yemem.harry küçükken minicikken pek bir şekerdin. büyümek en çok emma watson a yaradı- hemde baya!

güzel filmler, eğlenceli filmler.

kinyas ve kayra

kitabın daha sert bir dille yazılan başlangıç kısmından sonra dilde yumuşuyor , fikir yapısı da ikiye ayrılıyor zaten.gündayın daha önce okuduğum piç romanıyla benzeşen yönleri epey fazla. 
belki de hepimizin zaman zaman kafasından geçenleri ; hayatın anlamsızlığı, insanlara, topluma güvensizlik kısacası hayatı reddetmeyi  500 küsür sayfa boyunca okumak bir süre sonra insanın canını sıkmaya başlıyor. neticede her ne türlü olursa olsun uç noktalarda yaşamak hiç bir zaman hiç kimseye yarar getirmemiştir.buram buram nihilizm kokan, karamsar bir kitap.özellikle yazın  bu sıcak havalarda okumak pek de akıl işi değil-miş.    


Tabancanın topunda sarı sarı tebessüm eden kurşunları görebiliyordum. Zaten sarıyı hep ölüme yakıştırmışımdır. Öldüren ishalin, sıtma sıcağının, Azrail’in dişlerinin sarısı…-12-


Toplumda bir konuya ilgi duyanların sayısı azsaderhal parçalanmaz bir kabuğun içine çekilip söz konusu kişiler çeteleşmeye başlar. Sokaklarda birbirleıini tanıyıp bir sigara isteyebilmeleri için kollarına, bacaklarına belirleyici aksesuvarlar takarlar. Hep böyle olmuştur. Parkalardan latekse kadar… Ve dahil olduğum müzikal sınıf da, hayatı diğer insanlardan farklı algüadığını düşünerek, geriye kalan bütün müzik tarzlarım aşağılamaktaydı. -15




Fikir satmak, herkesin oturup düşündüğü takdirde erişebileceği kavranılan şekillendirip, ambalajlayıp pazarlamak, herhangi bir sahtekarlıktan farksızdı benim için. Dolayısıyla matbaadan çıkan kayda değer tek ürünün ansiklopedi olduğuna inandım, ihtiyacım olan salt bilgiydi. Ve o bilgiyi aldıktan sonra ne yapacağım sadece beni ilgilendirirdi. Bir de gidip o bügi karşısında X yazarın ne hissettiğini bilmem gerekmiyordu. Ben yeterince hissediyordum. Hatta bütün dünyaya yetecek kadar!.. -17-


iki dünya savaşını da bu geri zekâ­lıların başlatmışolmasına hiç şaşırmamak gerekiyordu. Birbirle­rinden o kadar korkuyorlardı ki aynı metroda beş yüz kişi yolcu­luk yaparken duyulan tek ses makine gürültüsüydü.-25


Entelektüel sapkınlıklarıyla ve dünyanın diğer bütün kıtalarına karşı hissettikleri korku ve nefret kokteyli duygularıyla, son olarak da yeryüzünün görüp gö­rebileceği en salak turistleri olma unvanlarıyla Avrupa halkı ken­dini öldürmek ya daöldürtmek için bütün nedenlere sahiptir. Sosyal devlet dedikleri, bana kalırsa Gestapo düzeninden başka bir şey olmayan sistemleri, sokakta biri düştüğünde ambulans gelene kadar, yerde yatanın kendileri olmadığı için şükretmele­rinden ibarettir. Arap hiçbir sakınca görmeden hiç tanımadığı, kendinden geçmiş yerde yatan bir adamı sırtlayıp en yakın hasta­neye koştururken Avrupa insanı aynı adama, adını yeni öğrendi­ği bininci mikrobu kapmamak için bir metreden fazla yaklaşamaz bile.-25-


 Her zaman yalnız oldum. Yalnızlığı kendimi geliştirmenin tek yolu olarak gör­düm. Ama çevremde olup biteni kaçırmak ve yanımdan akıp giden hayat nehriyle yüzümü yıkamamak da bana aptalca geliyordu. Bunedenle evde çok az zaman geçirmeye ve sokaklarda yaşamaya başladım.-26-



Basitlikten tekrardoğacaktık oysa ve o kapıyı da kapatıyoruz. Üstüne de bütün insanlık oturuyor . Elmas tüccarları, köle tacirleri , uyuşturucu pazarlayanlar hep olacak . Ama modern hayatın getirdiği şekilde . Bütün dünyada tek bir para birimi hüküm sürecek . Tek bir dil. Avrupa da yapmak istedikleri bu değil mi zaten . Elli yıl öncesine kadar birbirlerini boğazlayanları aynı dilde konuşturmak! Hiçbir şey değişmeyecek. Sadece eskiden birbirlerine ettikleri küfürleri anlamıyorlardı. Artık son derece iyi anlaşacaklar bu konuda. Birbirlerinden daha çok nefret edecekler. Ve yine birbirlerinden çaldıkları paranın kendi paralarına göre ne kadar ettiğini hesaplamalarına gerek kalmayacak . Hepsi bu. -55-


gerçekten de konuşularak yapılamayacak  yoktur. ihtilallerçıkartılabilir, birileri aşık oldurulabilir ve hatta intihar ettirilebilirdi. konuşarak her şey yapılırdı. ve bana çok komik geliyordu. birisinin ağzından çıkan, üç yüz kilometre uzakta doğmuş başka birine hiçbir anlam ifade etmeyen kelimeler dünyayı yönetiyordu. -67




robinsonun bile yanına Cumayı veren dünya, üzerinde yaşayan bütün insanları tanıştırma gibi saplantıya sahipken uzak kalmamız çok zor olacak gündüzün ve gecenin seslerinden. 68


demek ki sende bir yolcusun. sürekli yolculuklar yapıyorsun.ve inan hayatta yapılabilecek en doğru iştir. bir yerden bir yere gitmek.zordur tabi.aile kuramazsın.en kötüsü ne bir kadına aşık, ne de bir adama dost olabilrsin.ama gidersin ve iyi hissedersin, tanıştığın her yeni insanla, yediğin her yeni yemekle. 99




Topraktan nefret ediyorum. attığım her adımda bugüne kadar içine gömülmüş ve karışmış milyarlarca yaratığı düşünüyorum. ölümün üstünde yürümeyi sevmiyorum. ve dünya aklıma sadece bunu getiriyor, içine gömdüğü milyarlarca ölüyle. birinin burnu, diğerinin ayakları. bunların üzerine basarak gidiyor milyarlarca insan işine, okuluna. hepimizin bastığı yerde bir ceset var. hepimizin altında bir ölü var. insanlık gömdüğü yakınlarının üzerinde yürüyor. insanlık ölümün üstünde duruyor. koşuyor, spor yapıyor.” -171-



katilin kurbanı öldürmesi değil, kafasını kesip kesmediği hatırlanır!-187




Seni anlıyorum" demek büyük bir yalandır; kocaman bir yalan! Kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz bu dünyada.. Var olan en sağlam zırh, insan vücududur.. İçindekileri en iyi saklayan kasa o'dur.. Koridorlarında birikenlerin kokusunu bile yaymaz dışarıya.. Deliliğin kokusunu, anormalliğin kokusunu duyamazsın yanında gazete okuyan adamın, otobüs durağında.Sadece gördüklerin vardır.. Beş duyunun algıladığı kadar anlarsın aileni, sevgilini, çocuğunu..-188


üçüncü dünya ülkelerinde insanlar arabalarınıkamyonlarını boyarlar, üzerlerine resimler çizip, yazılar yazarlar. çünkü üçüncü dünya ülkesi insanı bindiği makineyi icat etmemiştir. icat etmediği için de yakın hissetmez kendini. sahibi gibi görünmesi, karakter kazanıp kişileştirilmesi gerekir arabanın. kullandığı her ithal makineye isim takıp sadece kendine has şekil ve yazılarla damgalaması, üçüncü dünyanın asla yok olmayacağını gösterir. birileri sahip olduğu aleti boyamaktan vazgeçene kadar da yok olmaz !…
kadın suratını boyar. çünkü suratı kendisine değil, güzelliğini takdir edecek olan erkeğe aittir. kimse kendi yarattığı bir boku boyamaz!…-229

bir fahişe ile bir rahibenin, bir cani ile bir polisin yan yana yattığı mezarlıklar bana, hayattaki tek gerçek, tek yalansız manzara olarak görünürdü. ama hoşuma gitmeyen şeyler, içinde yine karşıma çıkan o insani kurnazlığı, ikiyüzlülüğü barındıran mezar taşı yazıları, dini sembollerdi. yine devreye insanın yarattığı o tiyatro sahnesinin plastik dekorları giriyor ve ölümü dahi kendi çıkarına göre biçimlendiriyordu. değil tanrı’ya kendine bile inanmamış bir insanın başına çakılan haçlarla, yıldızlarla oyunun devam etmesini sağlıyordu.-271


İşte, böyle bir psikolojik halden kaynaklanıyor devletin, insanlarını dosyalama sistemine başvurması. Devletten habersiz hiçbir işyapılmamalı! Onun anlayamayacağı kelimeler çıkmamalı yurttaşların ağzından. Devlet beş yaşında bir çocuk gibi. Onun seviyesinde konuşulmazsa, büyükler gezmeye giderken yanlarına alınmazsa ağlamaya, kırıp dökmeye başlıyor. Dünyanın bütün devletleri böyle. Yataklarından kalkamayan hastalar gibi. Kaprisli yaşlılar gibi! Her şeyi bilmek istiyorlar. Yurttaşlarının nasıl seviştiğini, evde en çok kimin küfrettiğini. Her şeyi! Herhangi bir yurttaş isyanının hayat bulduğu gün, yüzlerine vurabilecek güçte oluyorlar, pisliklerini herkesin. "Sen, annenin ölmesini istiyordun! Sus! Sense otobüste yaşlılara yer vermiyorsun! Sen de sus! Arkadaki şişko! Sen, daha dün küçük kardeşinin ekmeğini çalarken nasıl olur da, bugün bana, devlete karşı gelirsin?" diyerek susturmak için bilmek istiyor her şeyi. Her insanın bir utancı vardır. Devletin görevi, kullanma günü gelene kadar bu utançları toplayıp saklamaktır. Toplumsal sözleşme diye bir saçmalık hiçbir zaman var olmamıştır. Kimse, kendi çıkarları için birilerine devlet olma yetkisi vermemiştir. Benciller ve korkaklar dünyasında çıkar, kişisel dolandrıcılık yeteneğiyle elde edilir. Ve insanların birbirlerine attıkları kazıkların yanında, devletin onlara attığı fazlasıyla hafif kalır. 405


En tepesine varamayacağım bir kuruma, en aşağısından başlamak anlamsız gelmişti. Eğer herhangi bir ülke, askere aldığı adamlara, kara kuvvetleri komutanlığı makamını hedef gösterebilseydi, belki daha geçerli olurdu askerlik. -415