24 Kasım 2012 Cumartesi

21 Kasım 2012 Çarşamba

viyana, jetzt oder nie


Viyana...
Güzel müzeleri,sarayları, bahçeleri olabilir ama şehre hakim olan havayı sevmedim.
Gözümde büyüterek gittiğim için belki ama, hayal kırıklığıyla döndüm.
Avrupa'daki tüm şehirlerden farklı olan pek de bir şey yok bana göre.
Birkaç güzel kilise,görkemli bina;erkenden kapanan,pazar günü hiç açılmayan dükkanlar...
Güzel yürüyüş alanları ve yemyeşil bahçeler en sevdiğim yanı oldu Viyananın.













en sevdiğim


Gazete almanın farklı yolu.



              Hotel Sacher cafede,apfelstrudel ve meşhur sachertorte yemeden dönmek olmaz.


Kuaför kapısı diye buna derim:)
hundertwasser evi  viyanada en sevdiğim yer oldu.


belvedere sarayı



schönbrunn sarayı ve bahçeleri

18 Kasım 2012 Pazar

15 Kasım 2012 Perşembe



“Hava bir tuhaf. 
Hayal kurmaya yönelik bir tutum var havada. Kaçmaya müsait bir bulutluluk. 
Bir balkon olsa şimdi. Kimsenin seni tanımadığı bir şehirde.
Kahvenin içine konyak kendiliğinden düşse, kocaman bir hırkanın içinde olsan şimdi sen. 
Bir şeyi terk etmiş olsan. Mesela bir şehri. Mesela kendini, yüzünü filan mesela. 
Sadece otelin kat görevlisi bilse ismini, sadece tesadüfen. 
İsminin yanlış telaffuz edildiği bir şehir olsa bu, sen de artık başka bir isme sahip olsan.”

ece temelkuran

11 Kasım 2012 Pazar

hafta özeti.

Başta biraz durağan gitse de sona doğru gittikçe güzelleşti.Ayşe Kökçü'nün oynadığı karaktere bayıldım.

Çikolata aşkı
 Bu aralar kumarda şansım pek yaver gidiyor.
Kinder yumurtalarından şu ana kadar çıkan en güzel oyuncağım!
Bir de Sid çıksa bu kadar sevinirdim heralde.
Scrat bebeğimsin!

                       Bulduğum şemsiyenin altına girerim hiç kaçırmam!

irréel!

En sonunda absinthe!




paslanmak,test çözmeyi unutmak.

Barney sen olmasan himym'ı daha da izlemem ya, şu hallerine dayanamıyorum.

9 Kasım 2012 Cuma

münih

İnsanların önyargılarından kurtulması kolay olmuyor maalesef ki.
Bir şeyi en baştan sevemiyorsam sonrasında da sevemiyorum.
Almancaya ve Almanlara tek sempatim Fatih Akın filmleriyle sınırlı kalacak bu gidişle.
Tamam Münih; düzenli, güzel bir şehir.En başta gürültü diye bir şey yok, her şey büyük bir düzen içinde işliyor.
 Hava buz gibi, biz donuyoruz; sürekli bir mızmızlanma hali 'Tanrım bu insanlar burda nasıl yaşıyorlar ,daha bu mevsimde böyleyse , güneşten yoksun!''
Onlar atmışlar veletlerini bisikletlerinin önündeki sepete, oradan oraya gayet mutlu geziyorlar. Çocuklar desen; en tuhafımıza giden şey. 
Türkiyede her yerde tepinen, ağlayan ,şikayetçi,şımarık çocuklar görürüz di mi?Bunların sesi çıkmıyor yahu!Nasıl bir eğitimden geçiriyorlar bunları.
Yoldan dakikalarca araba geçmiyor,kırmızı ışık yanıyor diye bekle bekle içimiz şişiyor.
Kurallar iyi hoş da fazlasına da katlanamıyorum.
Binalar güzel, parklar bahçeler bakımlı ama Alman sistemi ve yaşantısı çok sıkıcı!






















Ben bunların sevimliliklerini yerim:)












Almanya'nın en eski bira evlerinden Hofbrauhaus'a gitmeden dönmedik tabi ki!
Biranın aslında nasıl bir şey olduğunu bir kez daha gördük.
Ahşap masaları, Bavyera kıyafetleri içerisindeki garson kızları ve müzisyenleriyle tarihi bir handaymış gibi hissediyor insan.
Hitlerin konuşma yapmak için burayı seçmesi kesinlikle mantıklıymış.







Münih gördüğüm ilk Alman şehri oldu.Bir daha yolum düşer mi bilinmez ama önceliğimin Alman şehirleri olmadığını biliyorum.