29 Nisan 2012 Pazar

Eski bir espri vardır, bilirsiniz. İki yaşlı kadın dağ başında bir lokantada yemek yemektedirler. Biri,”lanet olsun!” der, “Yemekler ne kadar da berbat!” “Evet” der diğeri, “Üstelik ne kadar da az!” yani, bu benim yaşam hakkındaki düşüncemin kısa bir özetidir: Hayat yalnızlık, sefillik ,acılar ve mutsuzluklarla doludur ama keşke bu kadar kısa olmasaydı.
 Woody Allen, Annie Hall’den (1977)

flipped

Yine güzel mi güzel, mis gibi bir film seyrettim.
İki çocuğun bakış açılarından olayların ne kadar da farklı olduğunu görüyoruz. 
Çocukluğumuzdaki ağaçları özlüyoruz.
İyi hissettiren filmlerden..


”Ayrıca bütünün, kendi parçalarının bir araya gelmesinden daha fazlası oluşunun ne demek olduğunu biliyordu. Bunun, insanlarda da aynı olduğunu söyledi. Ama bazen insanlar için bütün, daha azı olabiliyormuş.''


''Kimileri soluk, kimileri parlak, kimileri ise ışıl ışıldır.  Ama nadiren rengarenk biri ile karşılaşırsın işte o zaman hiç birşeyle kıyaslanamaz.''


''bir insan nasıl olur da juli baker'dan kaçmak ister? ''


gevrek

Kadıköy sokaklarını seviyorum. 
Hafta sonu kalabalık boğucu olsa da , bir gün  İstanbul'dan  başka bir yerde yaşarsam, en çok burayı özlermişim gibi geliyor.








Velet olmak güzel.

-köpek bile senden iyi yüzüyo oğlum?
-köpek eğitimli bi kere!
-haftaya gelip burda yüzmeyen senin gibi olsun lan ahmet!

bazı bebişler çok tatlı:)



Haftasonu keyfini hep yaşasak...

Uzun zamandır en severek aldığım şey  bu tişört.
Mavi İstanbul koleksiyonundan sonra en nihayetinde İzmir'nkini de yaptı.
Bütün koleksiyonda gözüm var, yaza kadar seriyi tamamlayabilirim:)
Sıraya çiğdeme çiğdem denir çekirdek karpuzun içindedir'i koydum bile:)
Güzel ama bakımsız İzmir'imi fena özledim.
(blogger burda yetkililere sesleniyor:azıcık yatırım yapın şu şehre, diğer şehirleri yoktan var ediyorlar yahu!)
İmbatlı bir İzmir akşamüstüsü nede güzel olurdu şimdi ahh ahhh!

26 Nisan 2012 Perşembe

24 Nisan 2012 Salı

don't become a ghost without no colour

Uzun zamandır tiyatroya gidemiyordum , bu oyun o kadar iyi geldi ki!
Şehir tiyatrolarında izlediğim oyunlardan memnun ayrılıyorum bu sezon.



je vais bien ne t'en fais pas-Yıllardır bekleyen bir film daha.En güzel filmler dipte köşede kalmış meğersem.
İnsanı derinden sarsan ,pek çok şeyi sorgulatan, hüzünlü film.
En güzel film müziklerinden birine sahip ayrıca.


22 Nisan 2012 Pazar

tut yakala.

Nisan çok hızlı geçiyor;ordan oraya koşuşturmalar, hiçbir yere yetişememeler,yürüyüşler,gezmeler,tozmalar,bitmeyen sınavlar,uykucu kediler,giden saçlar,açan çiçekler,renkli ışıklar, fram'boğaz'lı dondurmalar.....

14 Nisan 2012 Cumartesi

les émotifs anonymes

Uzun zamandır en sevdiklerim arasına giren bir film izleyemiyordum.
En sonunda buldum! Aylarca bilgisayarda klasörde bekletmişim meğersem bu güzel filmi!
Çikolatalarınızı yanınıza depo yapın ve mutlaka bu filmi izleyin!



12 Nisan 2012 Perşembe

gülhane.

Baharda vapur yolculuklarının en güzel yanlarından biri de kağıt helva-maden suyu ikilisidir.
Bugün okuldan sonra kendimi Sirkeci-Gülhane civarına attım.Güzel lale nehirleri arasında yürüdüm.
İstanbul rengi ahenk yine bu aralar.















Bu yatak benim bi' kere, bi' rahat yok yahu!Bırakında azıcık daha uyıyım:)


Uzaklardan sürpriz hediyeler gönderen dost sevilmez de ne yapılır

7 Nisan 2012 Cumartesi

Magnifica Presenza



Aylardır beklediğim en sevdiğim yönetmenlerden Ferzan Özpeteğin Magnifica Presenza filmi nihayet vizyona girdi .
Filmin Cem Yılmaz(kendisi aynı zamanda filmin yapımcılarındanmış) oynuyor diye Türkiyedeki afişinde en öne konup, medyada normalde yılda toplasak on haberi olan Ferzan Özpeteğin adının araya sokuşturulupta günlerdir magazin programlarından tutun her türlü yayında karısının hamilelik haberleriyle birlikte Cem Yılmaz filmiymişcesine lanse edilmesinden inanılmaz rahatsız oluyorum.
Cem Yılmaz var diye bol gülmeli bir film bekleyerek gidiyor pekçok insan filme.Sevdiğim yönetmenlerin filmlerine böyle düşünerek gelmeleri hiç hoşuma gitmiyor.Neyse filme gelirsek, evet diğer Ferzan filmlerinden farklı.Eşyaların düzgün durması, simetrik olması gibi takıntıları olan , geceleri bir kafede kruvasan yapan, bir gece birlikte olduğu adamın peşinden Romaya gelip yerleşen,oyuncu olmak isteyen  yalnız bir adam Pietro.
Hikaye diğer Ferzan filmlerindeki gibi insanın içine işlemiyor bence bu kez,Pietronun alt komşusuyla arasında bir şey olur mu düşüncesi bile kafanızda kalıyor, devamı gelmiyor.Filmin en sevdiğim yanı başrol oyuncusu ve onun karakteriydi.Ayrıca arada çalan MFÖ ve Sezen Aksu şarkılarıyla kocaman bir gülümseme oluşuyor insanın suratında.



"‎Rakı içilmeyecekse kavunla peynir niye var? Sigara içilmeyecekse yağmurla çay? Madem aşık olunmayacak, kadınlar ve adamlar niye? Madem büyük yanlışlar ve acayip maceralar olmayacak, niye hayat?"
Ece Temelkuran

3 Nisan 2012 Salı

"Eğer önündeki kapılar bir daha yüzüne kapanacak olursa, hayatının sona ermediğini düşün. Sona eren şey yalnızca hayatlarının birincisidir ve diğeri başlamak üzere sabırsızlanmaktadır. O zaman bir gemiye bin, seni bekleyen bir kent mutlaka vardır."

TANIOS KAYASI-AMIN MAALOUF

2 Nisan 2012 Pazartesi


 Mutlu sonla biten  filmlere 


bazen tahammül edemediğim gibi bazen de izleme ihtiyacı duyuyorum ya da bir filmi sırf İtalyada(only you)veya Yunanistanda(my life in ruins)  geçiyor diye izlediğim dönemler oluyor.Tüm filmlerin ''aradığımız şey aslında gözümüzün önünde ama bizim onu farketmemiz yine çokca zamanımızı alıyor'' temalı olması bir tesadüf mü?