29 Aralık 2009 Salı

santa.



sevgili santa, al bu yılı. tüm kötülükleriyle, berbatlıklarıyla al geriye çok süper şeyler ver.
bana yollar gözükür.yaşadığım bazı telaşları gerçekten seviyorum.

26 Aralık 2009 Cumartesi

kısa ve acısız


fatih akının 98 yapımı ilk filmi afişini pek beğenmedim doğrusu filmi pek yansıtamamış.üç göçmen gencin suç öyküsü anlatılmış filmde aynı zamanda köklerine, özüne dönme isteği .bir yerde yabancı olma durumu .türk müziği duyduğumuz düğün sahnesi çok hoştu doğrusu duvarlarda tarkanın posterlerini görüyoruz filmde ve türkiyeye özgü pek çok şey daha. ayrıca sezen aksu nun kavaklarıyla bitiyor film.fatih akının belkide bütçesizlikten neredeyse tüm ailesi oynamış filmde. sürekli öpüşme halinde olarak gösterilmişiz birde.gerçektende bu kadar çok öpüşüyormuyuz millet olarak dedim hatta!

-yanımda çıplak kadın varsa onunla sevişirim, elimde döner varsa onu yerim ve silahım olursa onu kullanırım!

-dalgaların özelliği nedir? hiç bitmezler.

bişeyler yapmam lazım bişeyler..



Sahilde yürüyen birisi, deniz yıldızlarını kuruyup ölmesinler diye alıp alıp denize atan birisini görünce gülmüş.

Demiş ki:- Bir fark yarattığını mı sanıyorsun arkadaş? Baksana şu sahilde yüzlerce deniz yıldızı var.

Sen ise bir kaç tanesini kurtarma peşindesin.Diğeri gülümseyerek elindeki deniz yıldızını göstermiş:

'Bak şimdi buna' demiş, 'Bunun ismi Y olsun'.Ve gülümseyerek Y'yi denize fırlatmış.

'İşte, Y için çok büyük bir fark yarattım' demiş.

25 Aralık 2009 Cuma

hazan mevsimi

birbirine umutsuzca aşık olmuş iki insanın bir panayırda geçen hikayesidir. Panayırın yakınındaki inşaatta çalışan Cemal ile, bulunduğu her panayırda çalışan gezgin şarkıcı Nurşen’in hikâyesi. İkisi de bir yere kök salamayan, rüzgar nereden eserse oraya savrulan insanlar. Her ne kadar renkli ve eğlenceli bir hayat olduğu sanılsa da, panayırda çalışmak hiç de göründüğü gibi değil.Panayırlar, ortaçağdan kalma pek çok zenaat gibi, yok olmaya yüz tutmuş kültür miraslarımızdan biridir. Bu yok oluş, panayır sistemi içinde ezilen insanların arasında şiddet dolu ve dengesiz ilişkiler yaratmaktadır. “Hazan Mevsimi – Bir Panayır Hikayesi” kendi tarzındaki yerel dili çok iyi kullanan ve titizlikle kaleme alınmış bir modern çağ peri masalıdır


evde uyuklarken kafada bi milyon tane şey varken izleyip arada daldığım film , biraz güme gitti sanırım ama :s

lemon tree

Duvarın İsrail tarafına İsrail savunma bakanı bir villa inşa edince, Selma'nın limon bahçesi, ulusal güvenliği tehdit eden bir unsur olarak tanımlanır ve yıkılmasına karar verilir. Hakkını ve limon ağaçlarını korumak için elinden geleni esirgemeyen Selma, tuttuğu avukata aşık olup, bir de üzerine davası uluslararası bir hadiseye dönüşünce her şey karmakarışık olur.
mutlu sonlar yalnızca amerikan filmlerinde olur.aynı isimli fakat farklı bi konuyu ele alan sandy talon un kitabını da okumak istiyorum sınavlarım bitsin.

21 Aralık 2009 Pazartesi

bana zeytinin tadını tarif edebilir misiniz?


-Zaman ileriye doğru akıp gittiği sürece, büyülendiğimiz ‘gelecek’ el değmemiş ‘geçmiş’ten başka bir şey değildir.


-“Yağmur bulutları da heyecan vericidir” dedi Zeynep Hanım. “Yağmur, ırmaklar, nehirler..Ama susuzluğumuzu gidermek için bir bardağa ihtiyaç duyarız sonuçta.”


“Şöyle ki, sürekli aynı sahilin resmini yapa yapa, sonunda en az değiştiğini sandığım şeyin, en çok değişen olduğunu gördüm: Deniz.”“Yani insan gibi..Her sabah aynaya baktığımızda aynı kişiyi gördüğümüzü zannediyoruz. Arkadaşlarımız bizi yıllar sonra gördüklerinde dahi, aynı kişiyi gördüklerini sanıyorlar.”“Doğru” dedi Diana. “Bir fark görseler bile, bu genelde kilomuz veya saç biçimimiz gibi şeyler oluyor.”“Kesinlikle. Gördükleri kimsenin karşılarına yeni biri olarak çıkmış olma ihtimalini düşünmüyorlar bile. Oysa şahsen ben bir kimsenin birkaç günde bile değişebileceğine inanıyorum.”


-Ama beni özel olduğuma inandıran başkaları olduğu için, bu soruyu onlar olmadan cevaplayamıyordum. Sanki aynam kırılmıştı da, kendimi görebilmek için başkalarına bakmak zorunda kalmıştım.Sürekli onlarla bir arada olmak istiyordum ki, ne zaman “gerçekten özel miyim?” diye sorsam, onların hiç değişmeyen cevabını duyabileyim. “evet, çok özelsin. Bu dünyada bir eşin daha yok!”






-sevdiğim yemekleri sona saklarım. ama yenme sırası onlara gelinceye kadar genellikle doymuş olurum


-hepimiz çevremizden kabul görmek için kendimizden ödün veririz.


-masal kahramanları tutmayacakları sözler vermezler, değil mi? -düşler gerçekleşecek olanın mayasıdır.



kitap iyi hoş güzel de fazlaca çalıntı geldi bana buram buram alıntı kokan, sürekli küçük prense ,martıya göndermeler yapması ve bu kadar tanıtım yapılmasını saçma buldum. tamamen fazla para kazanmaya yönelik, bir romancının gelecek kariyerini düşünmeden attığı adımlar gibi geldi bana.

'kendini bulmak'ın konu edildiği kitaplar bana hep tuhaf gelmiştir zaten. insanların bazı tuhaf dönemlerinin anlatıldığı , belki yozlaştığının dünya işlerine fazlaca düştüğünün vurgulanıp önemli olanın çok başka şeyler olduğunu anlatmak isteyen yazarlar beni bunaltır çoğunlukla

20 Aralık 2009 Pazar

the wind that shakes the barley



1920 irlanda: köy ve şehirlerden işçiler, irlanda'nın bağımsızlık mücadelesini bastırmak için ingiltere'den yollanan acımasız black and tan grubuna karşı gönüllü gerilla orduları oluşturmak için bir araya gelirler. damien vatan sevgisi ve görev bilinciyle doktor olarak yeni başladığı kariyerini bırakıp kardeşi teddy'yi de çok tehlikeli ve şiddet dolu bir özgürlük savaşına sokar. özgürlük savaşçılarının kararlı taktikleri ingiliz ordusunu yenilme noktasına getirince iki taraf arasında bir anlaşma yapılır. ama bu açık zafere rağmen iç savaş patlak verir ve yan yana savaşan aileler kendilerini birbirlerine karşı savaşan düşmanlar olarak buluverirler, bu savaş bağlılıklarını sınadıkları bir sınav halini alacaktır.

neye karşı savaştığını bilmek kolaydır. ne için savaştığını bilmek zordur

sineklerin tanrısı-william golding



sineklerin tanrısı, insanların içindeki kötülüğü simgeler.üstüne sineklerin konduğu bir domuz başıdır.ingilizlerin beelzebub dedikleri şeytanın kutsal kitaptaki ibranice adı,sineklerin tanrısı anlamına gelen ba-al-z-bub olduğu için de golding kitabına bu adı vermiştir.


bir otorite olmadığında masum olan çocuklar bile canavarlaşıyorlar. belkide insanlığın yaratılışında var bu. konu olarak çok fazla sorgulanabilecek bi kitap olsa da ben dil ve anlatış biçimi olarak yazarın uslübunu pek beğenemedim.




ikinci dünya savaşı sonrasında insanların birbirlerinde nasıl kıydıklarını gören ve pek çok umudunu kaybeden bi yazar tarafından yazılmış olmasıda tesadüf değil sanırım kitabın.

19 Aralık 2009 Cumartesi

vahşet tanrısı


çocuklar bizim hayatımızı adeta yutar ve sonrada paramparça ederler.yüzlerinde gülücüklerle evlilik hayatına atılan çiftlere bakarsın, içinden 'zavallıcıklar,hiç bir şeyden haberleri yok, pek de memnunlar' dersin.başlangıçta kimse kimseyi uyarmaz.



çocuklar büyürken dövüşürler.yaşamın kanunudur bu. şiddetin yerine yasaları koyabilmek için terbiye görmek gerekir.unutmayın ki güç kimdeyse hak da onundur. ben vahşet tanrısına inanırım.yalnızca ama yalnızca onun hükmü geçer, hem de karanlık çağdan beri.kongoda çocuklar sekiz yaşındayken öldürmeyi öğreniyorlar.daha çocukken yüzlerce kişiyi öldürmüş olan çocuklar var. satırla.. twelve'le, kalaşnikofla, grenade launcher 'la..


pek güzel bi oyundu, çok eğlendim, dekorda, oyunculuklarda, oyun metni de hoşuma gitti.matmazel in kusma sahnesi de pek güzeldi:)

13 Aralık 2009 Pazar

bir delinin hatıra defteri-gogol


sıradan bir 3.dereceden memur olan Aksentin İvanoviç Poprişçin bu sıradanlığı karşısında sürekli aşağılanır, alaya alınır... Ve günün birinde Poprişçin çok yüksek tabakadan bir kızın kendisini sevdiğini sanır,hayal dünyasında ki mutluluğu kızın daha soylu bir beyzadeyle evlenmek üzere olmasını öğrenmesi ile yıkılır... Bundan sonraki hayalleri onunda tıpkı o soylu gibi bir asilzade hatta belki de bir kral olmaktır... Ve günün birinde Aksentin İvaneviç Poprişçin kendini İspanya Kralı olmuş bir vaziyette akıl hastahanesinde bulur... Saçları kısaltılmış bir halde gözleri yaşlı annesini yanına istemesi oyunun en gerçek anıdır belki de.
farklı bi deneyimdi 30 kişilik normal bi evin salonunda oynanan ve oyuncuyla gözgöze hatta yanyana bi oyun ve bayılma numarasıyla daha da fazla şaşırmak. oyunculuk açısından 2. perdeyi daha fazla beğeniyorum ama herkes'eğlenceli'geçen 1. perdeden yana.

my sister's keeper








death is death. anlayamıyorsun..


Çoğu bebek tesadüfen doğar uzayda süzülerek,içinde yaşayacakları bir beden arayan pek çok ruh vardır.Sonra dünyada 2 insan sevişir filan...ve tesadüfen ruhlardan biri hayat bulur" Ama herkes için durum böyle değildir malesef,kimi insan başkalarına çare olarak doğar,kimi insan ilerde çarelere muhtaç olacağını bilmeyerek,ve birgün kesişirler aynı bedende,aynı kucakta gözlerini açarlar hayata.Birisi diğerinin tasarlanmış hali oluverir...
uzun süredir ağlayamıyorsa insan bu filmi izlesin kesin çözüm veriyor çünkü.

11 Aralık 2009 Cuma


Hayatları boyunca sadece bir kez seven insanlar geri zekalıdır. Onlara sorarsanız bunu sadakatleri ve doğrulukları ile izah ederler. Bana kalırsa, tembellikleri ve hayalgücü yoksunluklarındandır.
Oscar Wilde

9 Aralık 2009 Çarşamba

zımbırtı




bende bende .tabiki bende istiyorum filinden hemde::)


7 Aralık 2009 Pazartesi

esaretin bedeli









brooks was here:(

6 Aralık 2009 Pazar

beni neden unutmak istedin?



"quel qu'un vous aime.. si vous aimez quel qu'un vous lui dit demain 'le ciel est blanc', si c'est moi je repont 'mais les nuage son noirs'.. on saura comme sa qu'ont s'aime.."
"aşk yatak odasında olur,rüzgarlı sokaklarda değil." "rüyalarında gördüğün insanlarıuyandığında aramalısınbu hayatını daha kolay yapar."







les amants du pont neuf:  manyak bir film! adam kadın ondan ayrılmasın diye metrodaki tüm ilan panolarını mı yakmadı , ilanları asan adamın yanışına mı sebep olmadı.
deli gibi sarhoş olduklarında onlar küçücük, herşey kocamandı::)



michele in görmeyi istediği son tablo.rembrandt’ın 1660 tarihli otoportresi.

22 Kasım 2009 Pazar

elma:)


"...yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?..."
(N. Hikmet)

13 Kasım 2009 Cuma

hallelujah!!

elephant man



John Merrick rolündeki John Hurt'un "Ben hayvan değilim, ben bir insanım" repliğiyle hafızalara yerleşen film 1981'de 8 dalda Oscar ödülüne aday gösterilmiş. filmin öyle bir finali varki gerçekten boğazınızda bişey düğümlenip orada kalıyor. Filmi izledikten sonra hayatta ne kadar saçma şeyleri kafamıza takıyoruz  diyor insan bir kez daha.


11 Kasım 2009 Çarşamba

moi



"fasulya gibi yaşıyorum son zamanlarda

kuru fasulya gibi.

kuru fasulyanın pilakisi yapılır

benden o da yapılmaz."


-nazım hikmet

9 Kasım 2009 Pazartesi

fesleğen çıkmazı


"Bir saksı yeter ben yine onlardan bir sürü yaparım"


Oyun Girit'te yaşayan rum türkü bir ailenin 2. dünya savaşı döneminde zorunlu mübadele ile İzmir'e geldikten 20 yıl sonrasını anlatıyor. Vatanından uzakta olmanın, toprağına sahip çıkmaya çalışmanın ve kardeşlik bağlarının önemini sürekli vurgulayan oyun bulunduğumuz dönemde bize bir çok noktada yaptığımız yanlışları dramatik ancak çarpıcı olarak anlatıyor


Beykoza gitmek her ne kadar büyük bi işkenceye dönüşse de oyun kısa ve sadeydi

30 Ekim 2009 Cuma

29ekim







kutlamalara biraz uzaktan tanıklık etsekte boğaz herzamanki gibi çok hoş gözüküyordu.

29 Ekim 2009 Perşembe

souris!ne perd pas ton espoir! on va reussir

Londra'nın fakir bölgelerinden birinde doğup büyüyen Chaplin, 1913' te gittiği ABD'de sinemaya başlamıştı.bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı, sürekli bastonunu çeviren ve sakar hareketleri ile gülünç mizansenler oluşturan "Şarlo" tiplemesini yarattı.

Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi sebebiyle bu ülkede kendisine yönelik olarak başlatılan karalama kampanyası; kendisinden bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik, bir dönem kendisine açılan babalık davası, The Immigrant filminde bir ABD memurunu tekmelediği sahne ve son olarak Altına Hücum filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olayların etkisiyle sözde bir başarıya ulaştı ve Chaplin'in ABD'ye girmesi yasaklandı.

les temps modernes






belkide öğle tatilinden biraz daha tasarruf etmek için otomatik yemek yedirme makinesi ve kobay şarlonun başına gelenler:)


fabrikaların yeniden açıldığını gazeteden okuyup işe koşan charlie chaplin, makine tamirinde ustasının yanlışlıkla makinelerin içinde sıkışıp kalması sonrası öğle tatilinin ziliyle yemeğini alıp sandalyeye oturması çok hoştu.herşey açık ve net: saat12ye kadar dumadan tempo artırarak çalışılacak ve molada sıkışan adamı çıkarmak için bile makinelerin durmasına engel olamamak.

modern zamanları uzun zamandır izlemek istiyordum ve sonunda fırsat bulup dün 2 kez üstüste izledim. çok güzel bir film1936 yapımı olmasına rağmen şimdiki pek çok türk filminden bile katbekat üstün bir ses ve görüntü bütünlüğü vardı. 1930lardaki ekonomik buhran sonrası işsizliği ve toplumdaki sorunları dile getiren eşsiz bir filmdi. charlie chaplinin ne kadar dahi bi insan olduğunuda anlamış oldum bu filmle.



o dönemde amerika ve italya almanya gibi pek çok ülkede komünizm propagandası yapmaktan yasaklanmış film ve hatta isviçreye taşınmasına ve hayatının sonuna dek orda yaşamasına sebep olmuş charlie chaplinin.





özellikle öğle tatilinde bile vida sıkmaya devam eden elleri ve kendine engel olmaya çabalama halleri, yemeğine yanlışlıkla attığı uyuşturucu sonrası girdiği haller ve içtiği çayla midesinin guruldamaya başlamasıyla beni gülme krizine soktu izlerken gözümden yaşlar geldi:)



Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi sebebiyle bu ülkede kendisine yönelik olarak başlatılan karalama kampanyası; kendisinden bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik, bir dönem kendisine açılan babalık davası, The Immigrant filminde bir ABD memurunu tekmelediği sahne ve son olarak Altına Hücum filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olayların etkisiyle sözde bir başarıya ulaştı ve Chaplin'in ABD'ye girmesi yasaklandı.

gülümse, umudunu kaybetme, başaracağız!