Zaman hızla geçip gidiyor.Yine İstanbul, yine okul, yine keşif vakitleri.
Bu kez kendimi bir sürü şey yapmam gerekiyormuşta hiç bir şeye yetişemiyormuş gibi hissediyorum.
Son sınıf , belki de son İstanbul zamanları.
Sevdiğim yerlere defalarca gidip bolca vakit geçirmek, bunca senedir ben burayı neden keşfetmemişim dediğim yerler bulmak...
j'adore'da her seferinde sadece oh la la beatrice yememek, yeni tatlar denemek.
Kallavi Sokaktaki Çerkez Mutfağının güzelliklerini sunan Fıccın'a daha çok gitmek.
Ardından Mandabatmaz'da kahve içip Beyoğlunun daha önce hiç girmediğim sokaklarında keşfe çıkmak.
Planlarla geldi eylül ayı.
Film izlemelere her zamanki gibi doyamıyorum. Son izlediğim Türk filmlerini beğenemiyor,my week with marilyn'i yavan buluyor, Tapas gibi 5-6 farklı karakterin hikayesinin üzerinden yapılan filmleri seviyorum.
En sevdiklerim arasına giren bir film-Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar
Renkli, bol kahkahalı bir Almodovar filmi.
yaşamın bir bisküvi kutusuna benzediğini düşün, yeter... bir bisküvi kutusunun içinde, her tür bisküvi vardır, sevdiklerin de, pek sevmediklerin de, öyle değil mi? ve insan sevdiğini önce yerse geriye pek sevmedikleri kalır sadece. ben kötü günler geçirdiğimde hep böyle düşünürüm işte. şimdi bunu yaparsam, sonrası daha kolay olur, derim kendi kendime. inan bana, yaşam bir bisküvi kutusu gibidir.
temizlik zamanı*-*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder