çengelköyden kuzguncuğa kadar yürümek güzel şey.üşenmeyip haftaya avrasya yürüyüşüne katılsak o da güzel bir deneyim olabilir.her sene olduğu gibi bu sene de havanın yağmurlu olması olasılık dahilinde tabi ki.ayrıca sevgili zenit ;iyisin hoşsun ama çok ağırsın.seni taşımak ilkokul çantamı taşımak gibi.
en la ciudad de Sylvia-aslında filmde pek bir şey olmuyor.kafe,tramvay ve de yolda yürüme sahneleri,bir sayfayı geçmeyecek senaryo.strasbourgda geçiyor.adam kafede oturuyor saatlerce insanları, oturanları, yoldan geçenleri inceliyor,çizim yapıyor, altı yıl önce tanıştığını düşündüğü bir kızı takip ediyor.bir nevi aylak adam hakikaten.yağmurlu bir öğleden sonra çay yudumlayıp kedi severken biraz uzaklara dalıp gitmek için mis gibi bir seyirlik film.
midnight in paris-vee aylardır beklediğim film vizyona girer de ben kaçırır mıyım!oyuncu seçimleri süper olmuş!1920ler, dekor ve tabi ki paris!woody allen yine kendine münhasır tarzını konuşturmuş. yağmurda yürümeyi sevmeyen,sorbonne a ders vermeye gelen ukala akademisyenden etkilenen nişanlı bozuntusu işte böyle kalırsın.o değilde parise fena halde gidesi geliyor filmden sonra insanın.bu sene evlenmeyen ve de çocuk doğurmayan insan kalmadığından-nasıl bereketli bir sene tanrım!- marion cotillard ın da jeuxdenfants da başrolu paylaştığı guillaume canet den bir oğlunun olması gayet normal tabi.ortada kıskanılacak bir durum yok.bu kadar magazinsel bilgiden sonra şu şarkı iyi gider.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder