30 Ekim 2011 Pazar

27 Ekim 2011 Perşembe

evdetekbaşına

bilinç altım benimle dalga geçiyor.çocukluğumdan beri en çok izlediğim filmlerden biri evdetekbaşına serisi.kanalların ellerinde izletmeye film kalmadığı zamanların en önemli yedek kozu.o kadar çok izlemişim ki amerika denince aklıma ilk, serinin newyorkta geçen ikinci filmi geliyor.başka şeyler gelmesindense iyidir ya orası ayrı. bir gün olurda amerikaya gidersem; ki bu bütün dünyayı gezip bir tek orası kaldığında ancak gerçekleşir.ilk önce central parka gidip, şu güvercinli kadını görüp dehşetengiz dakikalar yaşamak düşüncesindeyim.
bir de, filmler var tabi bireysel silahlanmanın aşırı boyutta olduğu, internetten siparişle kolaylıkla silahınızın kapınıza geldiği, marketlerden de mermilerinizi alabildiğiniz amerika üzerine.


 "abd, 20 nisan 1999. sıradan bir amerikan sabahı. çiftçi tarlasını sürüyor...sütçü sütünü dağıtıyor...başkan, adını telaffuz edemediğimiz bir ülkeyi bombalıyor." 





'tek bir harcama için vergi toplanması' mantığını doğru bulmayan, bireysel olarak bir aylık maaşını depremzedeler için bağışlayacağını söyleyen bir maliye bakanımız var bizimde.ne diyelim ki.duble yol yaptılar o kadar.sağolsunlar varolsunlar.seçim kampanyalarında şarkılı türkülü anlattılar, gösterdiler.nede olsa arap kralları yardım eder.kanallar günlerce kampanyalar yapar,insanlar mesaj atar bir şekilde yine para toplanır.adamlar öğrenmiş bi kere işin kolay yolunu.

26 Ekim 2011 Çarşamba

"başka bir hayat daha olmalı. böyle bir acı için yaratılmış olamayız."

23 Ekim 2011 Pazar

Cédric Klapisch


izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım, beni yormayan filmleri ayrı bi' seviyorum.şu ana kadar izlediğim tüm cedric klapisch filmleri böyleydi.özellikle parisi pek sevdim.öleceğini düşünerek çatı katındaki balkonundan etrafı izleyen bir parisli.öğrencisine aşık bir profesör.manavdaki, fırındaki insanlar.soğuk bir havada paris sokaklarında yürümek.tam bu mevsimin filmi.
ma part du gateau da her ne kadar biraz sosyal mesaj vermeye de kalkışsa da filmin temposu bence hiç düşmüyor. paris,londra,venedik bir gezinti halinde geçip gidiyor zaten zaman.gilles lellouche-son dönemde izlediğim tüm filmlerde oynamış resmen!- un oynadığı karakterin üstüne çıkıp tepinmek isteyebilirsiniz tabi siz de.
yönetmen-yönetmen film izlemeye devam...

21 Ekim 2011 Cuma

bienal.


koca koca gemilerle karaköye inen turistler bile gidiyor.hatta nerdeyse bizden daha fazla sayıları.gidin odacıkların içinde kaybolun,filistindeki evlerden çıkarılmış eşyaları görün.politik plak kapaklarına bakın.savaşın eve taşınmış halini görün.dünya kolajlarını inceleyin.bir elma kapıp çıkın.dışarda yiyin.

bir zamanlar anadoluda.

filmin ilk yarısında benim kadar gülen var mıdır bilmiyorum. bir nbc filminde bile kahkaha attım ya, daha neler görücem acaba.filmle ilgili hiç bir şey okumadan gittim yine.ve rahatlıkla söyleyebilirim ki en iyi filmlerim arasına girer. muhtarın konuşma sahnesi, filmin başlangıcındaki arabaların virajdan geliş sahnesi, otopsi odasındaki arkadan gelen o korkunç ses; yüzüne sıçramış kanla doktorun pencereden çocukla kadının giderkenki hallerine bakma sahnesi, kavunlar ,elmalar, kola, köpek...
izleyin izletin.herşeyden farklı anlamlar çıkarın.hayran olun.

not.adamı topraktan çıkardıkları ilk sahnede nefes alıp verirken göğsü hareket etmeseydi birde.


roma.özleyenler ya da ilk kez gitmek isteyenlere.

” Nicola bana her şeyden önemli bir şey öğretti… Kötüyken,hatta içten içe ölmek isterken bile gülmeyi.
Sesimi evin içinde duyamadığında benim için üzülme, yaşam asla odalarımızın içinde dört duvar arasında  değildir… Öleceğiz  ve sonra geri döneceğiz… Her şey gibi.”

15 Ekim 2011 Cumartesi

hasta aşermeleri.

daha kışa girmeden hasta olmayı başaranlardanım.iki gündür aspirinler,vitaminc lerle haşır neşirim.suyun içine atıp atıp, foşurtularını izleyip,limonata misali içiyorum, fizzyde nostaljik moodu seçip, bir şeyler okuyorum.
canım yumurtalı ekmek istiyor durmadan.gecenin ikisinde kalkıp, yapıp yemişliğim vardır.her gün,her dakika  yiyebilirim.kinder country diye bir şey varmış.tahıl parçacıklı nefis bir şey.
bir de youtubedan burhan açıp izliyorum .acayip özlemişim bebişimi:)

14 Ekim 2011 Cuma







zaman olayların içindeyken çok yavaş,arkaya dönüp baktığımızda ise çok hızlı geçmiş oluyor.
filmler hakkında denicek pek bir şey yok.precious başta olmak üzere karamsar filmler haftası olmuş.mezun olunca,lecouperetdeki adama dönüşmekten korkuyorum.
dün filmekiminde 80dakika şunu izleyince biraz daha yaşlandığımı hissettim.ruhuma iyi gelmiyor.

13 Ekim 2011 Perşembe

4 Ekim 2011 Salı

filmler-şehirler





  çengelköyden kuzguncuğa kadar yürümek güzel şey.üşenmeyip haftaya avrasya yürüyüşüne katılsak o da güzel bir deneyim olabilir.her sene olduğu gibi bu sene de havanın yağmurlu olması olasılık dahilinde tabi ki.ayrıca sevgili zenit ;iyisin hoşsun ama çok ağırsın.seni taşımak ilkokul çantamı taşımak gibi.



çoğunluk-tam anlamıyla gerçek!gerçek hayatta da pek çok 'mertkan'ı uzaktan takip etsek birebir aynı şeyler yansır kameraya.hiç bir fazlalık,abartı olmadan çekilmiş basit ama güzel bir film.

en la ciudad de Sylvia-aslında filmde pek bir şey olmuyor.kafe,tramvay ve de yolda yürüme sahneleri,bir sayfayı geçmeyecek senaryo.strasbourgda geçiyor.adam kafede oturuyor saatlerce insanları, oturanları, yoldan geçenleri inceliyor,çizim yapıyor, altı yıl önce tanıştığını düşündüğü bir kızı takip ediyor.bir nevi aylak adam hakikaten.yağmurlu bir öğleden sonra çay yudumlayıp kedi severken biraz uzaklara dalıp gitmek için  mis gibi bir seyirlik film.


midnight in paris-vee aylardır beklediğim film vizyona girer de ben kaçırır mıyım!oyuncu seçimleri süper olmuş!1920ler, dekor ve tabi ki paris!woody allen yine kendine münhasır tarzını konuşturmuş. yağmurda yürümeyi sevmeyen,sorbonne a ders vermeye gelen ukala akademisyenden etkilenen nişanlı  bozuntusu işte böyle kalırsın.o değilde parise fena halde gidesi geliyor filmden sonra insanın.bu sene evlenmeyen ve de çocuk doğurmayan insan kalmadığından-nasıl bereketli bir sene tanrım!- marion cotillard ın da jeuxdenfants da başrolu paylaştığı guillaume canet den bir oğlunun olması gayet normal tabi.ortada kıskanılacak bir durum yok.bu kadar magazinsel bilgiden sonra şu şarkı iyi gider.

1 Ekim 2011 Cumartesi

uzun zamandır en çok etkilendiğim film.hakkında hiç bir şey okumadan izleyin,izletin.

friends with benefits-epeydir konuşulup duruyordu; bende daha farklı, orjinal bir şeyler bekleyerek izledim filmi ama mevzu yine aynıymış.ipadle incile el basma sahneleri ve flashmob sahneleri hoşuma gitti, çok da farklı bir şey yok.
kavşak-oyuncular haricinde hiç bir güzel yanını göremediğim film.ne senaryo,ne görsellik ne de bir kurgu.
kağıt-konusu; hepimizin yakındığı devlet dairelerinde geçen zamanlar, uğraşlar, bürokratik sorunlar.çekilmiş olmak için  çekilmiş,olmamış bir filmdir bana göre.cihangirin yarısına sahipken böyle şeylerle uğraşıyor ya yönetmen şahıs ah pek gülüyorum.olmuyor işte olmuyor.
los amantes del circulo polar- valiente!(cesur ol)
everlasting moments-artık fotoğraf çekerken pif paf puf demek geliyor içimden.nefis bir film.
bal-sütü henüz izlemedim ama  yumurtadan sonra pek güzel geldi.böyle filmlerden sonra her seferinde gidip karadenizde sessiz sakin günler geçirme isteğim depreşiyor.yalnız şöyle bir şey var; o nasıl bir sınıftır yahu! yaramazlık yapan yok, gürültü yok.bir de yusuf okuyamadıkça benim burda içim acıdı.
some like it hot-ben sanırım daha önce marilyn monroe filmi izlememişim.bu filminde bir kaç tane türk filmi uyarlaması varmış izlerken farkettim.eğlenceli zaman geçirme filmlerinden.monroe hakikaten tam bir sugar!:)
the cook,the thief, his wife and her lover-bu filmi izlemek sağlam bir mide ister.