31 Ocak 2010 Pazar

ece temelkuran-muz sesleri çuk çuk çuk...





zenginlerin böyle tuhaf bir yanı vardır filipina. yoksulluğun üzerini üniformalarla örterler.sanırım birinin kendilerine kölelik etmesi fikri rahatsız ediyor onları.o yüzden bir insandan başka bir şeye benzetmeye çalışıyorlar hizmetkarları.üniformalar bu işe yarar,sakın unutma bunu ve asla bir üniforma giyme.




rüya vagonları iki yöne doğru gözünün önünden geçiyor, bir türlü doğru zamanlamayla doğru rüyaya atlayıp, kapıcı dairesine girmeye başlayan gün ışığından sıvışmayı beceremiyordu.


biz çok güldüğümüzde daha gülerken yakında ağlayacağımızı düşünüp suratını asan insanlarız.



unutmak ılık ,ağrılı bir loşluktu.hatırlamak ise gölgeli uykuyu kesik kesik yanmaya başlayan çiğ beyaz floresan ışığıyla bölen berbat bir mola yeri.

kurallardan ibaret bu şehir,dışarıdaki sonsuzluktan daha ılıktı.





dişi kırık ipek böceği.



herkes biriydi ve herkes daha çok biri olmaya uğraşıyordu.bir isim etiketi olarak hayata yerleştirmeye çalışıyorlardı kendilerini.önce havalı, onra mümkünse ürkütücü bir yaka kartına dönüşmeye çabalıyorlardı var güçleriyle.




savaş eğer bir gün biterse,erkekler sökülmüş lunapark oyuncaklarına dönüşecek,çürümüş plastikleri ortaya çıkacak.


şu müslümanlara dikkat et !hiç eşitlik demezler.onlar adalet ister!

televizyon insan ruhu için tehlikeli olabilecek sessizlikleri emniyetli bir biçimde gürültüyle doldurmak için icat edildi.
ilk kez ece temelkuran okudum,hem çok yoruldum ,hem hayranlıktan ağzım açık kaldı. artık ece temelkuran hayatımda hep olucak sanırım.

before sunset.





-neden telefon numaralarımızı almadık ki?
-çünkü genç ve aptaldık.
-sence hala öyle miyiz?
-gençken görüşebileceğin birçok insan olduğunu düşünüyorsun.sonra ise onların sayılı olduğunu farkediyorsun.
-sonra elinden gidiyorlar.
-geçmiş geçmiştir.



jesse: artk eminim, o aptal kitabı neden yazdığımı biliyor musun?
celine: niye?
jesse: senin pariste bir okuma toplantısına gelmen ve sana nerdeydin diyebilmek için....


jesse: hayat zor. böyle olmak zorunda. acı çekmeseydik, birşey öğrenemezdik.





-baby,you are gonna miss that plane.
-i know.

30 Ocak 2010 Cumartesi

elif şafak -aşk

aşık olmayana aşk kuru bir kelimeden ibaret.yarı palavra,yarı safsata.aşık olmayan bunu anlayamaz, olana anlatamaz.öyleyse nasıl söze dökülebilir aşk,kelimelerin hükmünü yitirdiği yerde?


On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşısına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın.” Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir “diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?


On Beşinci Kural: “Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. Tek tek hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, attığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.”

29 Ocak 2010 Cuma

jardin secret




küçük gizli bahçecikler .inanılmaz domestik olasım var şu aralar:)nette gezinirken keşfettim minicik kavanozlardaki secret gardenlar kim istemezki bunlardan:P

21 grams

kaç hayat yaşarız
kaç kez ölürüz?

ölüm anında hepimizin 21 gram kaybettiğimizi söylerler

21 grama kaç yaşam sığar?
ne kadarı kaybolur?

21 gram ne zaman kaybolur?

ne kadarı onunla gider?
geriye ne kadarı kalır?

21 gram..

beş madeni paranın ağırlığı
bir kuşun ağırlığı.
bir çikolata parçasının

21 gram ne kadar eder?

28 Ocak 2010 Perşembe

before sunrise

Hayatınızın en romantik anları sadece bir gece sürebilir mi? ...Aşk, tamamen bir sürpriz olarak çıkıp gelebildiğinde. ''
"bunu söylemediğime pişman olabilirim. düşün şimdi, bundan yıllar sonra evlenmişsin ve çocukların olmuş. hayatın monotonlaşmaya başlıyor, kocandan sıkılıyorsun. işte o gün geriye bakıp hayatına giren adamları düşünüyorsun. ben de onlardan biriyim. farzet ki yıllar sonra bana evet demediğine pişman oluyorsun ve yaşayabileceğin şeyleri merak ediyorsun. şimdi benimle burda trenden in ve hayır dersen neler kaçırabileceğimizi görelim."
ve bu şekilde kızı trenden indirmeye ikna eder:)kim ikna olmazki böyle birine:D

tamamen yolda yürüme ve diyaloglardan oluşan bir film. inanılmaz doğal herşey. bütün diyaloglardan sonra durdurup replikleri düşünesi geliyor insanın.


daydream delusion.limousine eyelashoh, baby with your pretty facedrop a tear in my wineglasslook at those big eyessee what you mean to mesweet cakes and milkshakes i am a delusioned angeli am a fantasy parade.i want you to know what i think.don't want you to guess anymore.you have no idea where i came from.we have no idea where we're going.launched in life. like branches in the river.flowing downstream.caught in the current.i'll carry you. you'll carry me.that's how it could be.don't you know me don't you know me by now.

gündüz düşleri
limuzin kirpikler
ah bebeğim, o güzel yüzünle
şarap bardağıma bir gözyaşı damlat şu büyük gözlerine bir bakayım
benim için anlamına bakayım tatlı pastalar ve milkshakeler
ben bir düş meleğiyimben bir fantezi geçidiyim
düşündüğümü bilmeni istiyorum artık tahmin etmeni istemiyorum
nereden geldiğimi asla bilemezsin nereye gittiğimizi asla bilemeyiz
hayatta kiracıyız nehirdeki dallar gibi akıntıya giden, akıntıya yakalanan
seni taşıyorum beni taşıyorsun işte böyle olmalı..
beni tanımıyor musun?beni şimdiye dek tanımadın mı?

ölümden hemen önceki birkaç saniyelik farkındalık anından çok korktuğunu söyler filmin bir yerinde celine gerçekten de biraz ürkünç sanırım.yani kalp krizi geçirirkenki ,boğulurkenki o belki de hayatımızın gözümüzün önünden geçtiği kısacık zaman dilimi.




bu filmi izledikten sonra viyanaya gitmek sonra döndüğümde tekrar bu filmi izleyip onların geçtikleri yollardan geçtiğimi fark etmek istedim pek fena halde.
çekilmiş en sade , temiz güzel aşk hikayelerinden biri .

--birinin senden ayrılmasının en kötü yanı nedir biliyor musun? ayrıldığın kişileri ne kadar az düşündüğünü hatırlaman ve onların seni ne kadar az düşündüklerini farketmen. biliyorsun, onların acı içinde olduklarını düşünmek istersin ama onlar "hey, gittiğin için memnunum" der gibilerdir.)

dinleme kabini sahnesi ve kafede otururlarken telefonda konuşuyor gibi yaptıkları sahne gerçekten müthiş!


günışığı herşeyi balkabağına çevirir.camdan ayakkabı ise... neyse boşver.

hemen ardındanda before sunset izlenir tabiki:)
interrail yapmayı çekici kılan ve günlük yazmayı tekrar insana hatırlatan nefis film!!

26 Ocak 2010 Salı

white chocolate:):)




istanbul karlar altında, yürürken çıkan ses çok hoş ve yerler beyaz çikolatayı andırıyor bana. evde yatıp film izleme günleri. anneninde gelişiyle temiz çamaşır kokulu ev , sıcacık çorbalı günler. her daim eti puflu , bol neşeli günlerimiz olsun:)şu aralar küçük şeylerden mutlu olma modumdayım:D

istanbullular-buket uzuner

ilk ne zaman okudum buket uzuner tam olarak hatırlamıyorum ortaokuldaydım sanırım ve adeta büyülenmiş ,bayılmıştım hatta hala en sevdiğim kitaplardan biri olarak kumral ada mavi tunayı söyler dururum ancak aradan geçen yıllarla birlikte benim beklentilerimmi değişti yoksa uzunerin yazma üslubumu bilmiyorum dün başladığım 600 sayfalık istanbullular romanını bugün bitirmiş olsamda genede bi tuhaf ve değişik geldi bişeyler eksikti sanki benim beklentilerimden özellikle son dönemde okuduğum vedat türkali romanından sonra sanırım biraz yavan geldi bu kitap bana.kitap atatürk havalimanında geçen 4 saatini anlatıyor 15 kişinin. artık sanırım karakterlerin iç konuşmalarının kendilerini sürekli halde yargılayıp eleştirdikleri romanları seviyorum anlamadm çözemedim kendimi de:) kitapta altını çizdiğim bi kaç yer:




'kadınlar her yumurtalarının aybaşı pedlerine kanlar içinde akmadan önce bir bebek potansiyeli taşıdığının gizli bilincindedirler.isteyerek ya da istemeyerek hiç anne olmamış bütün cahil yada eğitimli kadınlar yaşamın sürekliliğini taşıdıklarını bilirler.'


'aşk ve ölüm hakkında aklımızda kalan sözler, sevdiklerimizden çok edebiyat ya da sinema sihirbazlarına ait düşünceler değilmiydi zaten?'


'korku insan aklının boşluklarını çabucak ve iştahla doldurur.'


'çöpe atılması gerekenleri çöpe atma vaktini ve cesaretini ancak büyük bir tehlikeyle karşılaşma anında mı yakalar insan?'


'yerlerini başkalarının alışı sıraında yaşadıkları acıyı, duvara astığı hayvan kafalarına bakarak içki içen avcıların keyfiyle takip ederdi'


''herkes istanbulu çok sever ama melankolik,nostaljik ve birazda bıkkın falan filandır valla!''


'o istanbul ki poyrazı inanın içindeki ağaçları söker, karayeli sakat bırakır, lodosuysa limon gibi sıkıp beynini atar köşeye..'


'bir yarasa gibisin, geceleri arka sokaklarda yaşayan parlak, pırıl pırıl yanan simsiyah bir yarasa ama sabah olunca bir bakmışsın vapurlarla yarışan bembeyaz,masum , tertemiz bir martı..'


'hani insan bir sabah uyanır ve yıllardır içtenliğine inanmayan yakın bir dostuna veya kocasına kendini savunmaktan artık bıkar, bu çabasının anlamsızlığını kavrar;o zaman bütün bu 'boşuna emek'in aslında kendi kişiliğine hasar verdiğini fark eder...'


'bir kere o insanın tenini kokusunu, dokusunu beğeneceksin, saçını , dişlerini,ayaklarını, tırnaklarını seveceksin, ses tonunu,ter kokusunu, sivilce ve benlerini kabulleneceksin.sonra giyinişi, fıkraları,kahkahaları, bakışları, ve yürüyüşü sana batmayacak, dünya görüşü sanat anlayışı, alt ve üst kültürü canını sıkmayacak.. uyurken bacağını seninkinin üzerine koyması, horlaması, saçlarının kepekli olmaı veya dökülmesi mideni bulandırmayacak...'

25 Ocak 2010 Pazartesi

spring summer fall winter and spring

duvarları olmayan kapıları olan odalar, yüzen tapınak, mevsim geçişleri hayvan seçimleri.kedi horoz yılan kurbağa.. hayatın evreleri mevsim geçişleriyle anlatılmış ilkbaharda hayattan pek çok şeyi bilmeyiz tökezler ve öğreniriz acı çekerekte olsa. yaz..aşık oluruz belki ve bununla birlikte hatalar yaparız. sonbahar hatalarımızın bedellerini öderiz ve kış ölümdür bi açıdan ilkbaharda yeni bi hayat yeniden başlamazmı?





filmi izledikten sonra budist felsefeyi araştırasım geldi.fena halde dinginleştirici bi film. mutlaka izlenmeli izlediğim en güzel filmlerden biri. kimki duk şahaneler yaratmış

şehvet, sahiplenme duygusunu doğurur. sahiplenme de öldürme duygusunu doğurur.

24 Ocak 2010 Pazar

the tiger and the snow



film masalsı yapılmaya çalışılmış ama biraz fazla olmuş sanırım yani bunun bir kurmaca olduğu fazlaca belli oluyor. ilaç olmayınca bitkilerle kadını iyileştirmek , ırakta savaş varken cep telefonunun çekmesi, özelliklede filmin sonunda romada polenler yağarken sirkten kaçan kaplanın yolun ortasına çıkmasıyla ,vittorianın karlar altında bir kaplan gördüğünde ancak birlikte olabileceğini söylemesine bağlanması!! film güzel hoş gayet gülünerek adamın şapşallıklarıyla eğlenilebilir fazla bişey beklememek gerek zira bolca mantık hatası var filmde vede mehmet ali erbilin seslendirme yapmış olması fazlaca sinir bozucu sanki arada shreke gitti aklım film izlerken:)



'çok gençken bi kadın sevmiş ve evlenmiş bir zaman sonra o savaştayken haber gelmişki karısı çiçek hastalığına yakalanmış ve cildi bozulmuş çirkinleşmiş. bu durumu öğrenen aljumeri gözlerim kötüleşti kör oldum demiş. 12 yıl sonra karısı ölmüş ve onunda gözleri açılmış işte aşkı bu kadar büyükmüş'
'her insan bir uçurumdur, içeri bakmak yükseklik korkusu yaratır.'

23 Ocak 2010 Cumartesi

angel-a


2005 yapımı bir luc besson filmi. 
siyah beyaz her karesi çok güzel bi film bir dolandırıcıya yardım eden bi melek. yalan söylememesi gerektiğini öğrenen bi adam ve tabiki yine aşk.

angel-a:sevebılmen ıcın sevılmıs olman lazım. ben sana sımdı sevgı verdım. sımdı artık senı sevıyorum dıyebılırsın



andre: dunya cok materyalist oldu, mucizelere inanmakta zorlaniyoruz...
angela: (ayna karsisindaki sahnede) kendini sevmelisin, kimse sana söylememis olsa da...
angela: kendine inanmiyor, kendini tanimiyor ve sevmiyorsun! isim uzun sürecek burda
andre:anlasana beceriksizin biriyim ben... gökyüzünden bile melek diye bir kaltak gönderiyorlar.





hayatla baş edemeyen, tam bir tutunamayan olan ne kadar çok insan var dünyada diymi ?tutunamayan dedimde hala okunması gereken bir kitabım var.:)

andre rolündeki jamel debbouze nin 1990 yılında henüz 15 yaşındayken tren yolunda arkadaşıyla oynarken sağ kolunu kaybetmiş olduğunuda yeni öğrenmiş durumdayım amelidede rolü vardı. ne kadar dikkatsiz bi insanım ben:S

ne te retourne pas

filmin özellikle ilk bir saati çok zor geçiyor hem gerilimli hemde hiç bir şey anlamıyorsunuz.bi gün gelir ve başka bi bedende başka bi hayat yaşadığınızı farkedersiniz.
ancak benim hala anlamlandıramadığım neden kardeşinin büyümüş halini kocası olarak gördüğü ve vücudundaki o yaralar şişlikler tuhaflıklar. ne diyeyim yönetmenin senaristin işine karşılmaz. iki güzel bayanı görmek için dahi izlenebilir:)
film türkçede dönüşüm diye geçiyor ama orjinali 'geriye dönme,bakma'.film isim çevirilerine herzaman hayran olucam sanırım türklerin:)

22 Ocak 2010 Cuma

city lights






kör bir çiçekçi kıza aşık olan şarlo ve ardından başına gelen olaylar. 1931 yapımı sessiz bi film . yine müthiş bi film kesinlikle charlie chaplinin bi dahi olduğunu düşünüyorum.

21 Ocak 2010 Perşembe

voyage au pays des merveilles!!!

soğuk bir kış günü haydarpaşa garından banliyö trenine binilip yollara düşülür.istikamet benim aylardır gitmek için çıldırdığım oyuncak müzesi.


istanbul'da bir zurafa hikayesidir bu muze....padişaha hediye olarak gülhane parkı'na gelen hayvanların arasında, zürafadır en çok dikkati çekmiş olan.halk daha önceden ne bilsin, böyle upuzun, böyle kocaman bir hayvanın olduğunu. her gören şaşırmış, kalmış....

girişte 3 tane zürafa karşılıyor sizi. daha sokağın girişinden görüyorsunuz.. zürafalar aynı zamanda sokak lambası görevi görüyor. bende kendi kendime dedimki bende böle bişi yapsam fillisini yapardım kesinlikle çok güzel olmazmıydı:)

cin ali serisyle kendi çocukluğuma gittim beni çok mutlu etti:)




en sevdiğim oyuncaklardan biri bu oldu gelecekte odama bende böle paraşütlü balonlu havada asılı bi lamba yada aksesuar istiyorum kesinlikle çok güzel bişi.


içerisi bir masal diyarından farksız minicik ufacık milyonlarca oyuncak var sanki.her oda farklı bi konseptte düzenlenmiş farklı temaları var. müze açıldıktan sonra oyuncak bağışlamak isteyenlerin sayısı inanılmaz artmış ama yer olmadığı için alıp koyamıyorlarmış.

müzede 1900 senesinden kalma hatta çok daha eskiler var inanılmaz bişi çok etkilendim ve o anda dünyada neler oluyordu diye düşündüm bi yanda savaşlar olurken bir yanda kültür sanat olayları devam ederken insanların farklı yerlerde yaşadıkları tuhaf hayatlar; herkesin dünyanın merkezinde aslında kendisinin olduğu.


bu makinenin bozuk oluşuna çok üzüldük. içine bozuk para atıyorsun o kolu çeviriyosun ardından sana kendi yaptığın oyuncak müzesi parasını veriyo:(ama ne yazıkkı olamadı. artık başka bi geziye kısmet istanbulda daha keşfedilecek onlarca yer var sanırım özellikle bu yılın 2010 kültür başkenti olması dolayısıyla aktivite açısından güzel bi yıl olarak geçiceğe benziyor.:)